Sevgili okurlarım…
‘YA BASİR’ basiretimi arttır diyerek ve tüm okurlarımın, okuyacak olanların, bu metnin yazıya dökülürken oluşan frekansının tüm kalplere tesir etmesini gönülden diliyorum. Ya Basir diyerek niyet ediyorum.
‘KIYAM-ET’ mana açılımı (ayağa kalk) kişinin dünya madde formundaki misyonuna zıt gelen benliğini ve perdelenmiş tüm örtüleri üzerinden bir bir aralayıp, kendinden kendini açığa çıkartma, var etme durumudur. Yani senden sana yolculuktur. İnsan, alemleri içine alan bir Nüsha-i Kübrâ’dır, yürüyen Esma’dır.
‘Ey örtüsüne bürünen, kalk!.. Elbiseni ve kendi kişiliğini, seni çevreleyen her türlü kirden arındır.’
Burada vurgulanan hakikat, kişinin geçmişten gelen ata kodları; doğduğu coğrafya, büyüdüğü aile, din, töre ve aileden devam ettirilerek süregelen var oluşuyla sahiplendiği, kendine ait olduğunu zannettiği her türlü yanlış kök inançlarla, duygu ve düşüncelerle kişinin özünü perdelemesi durumudur.
Bildiğimiz kir dünya formundaki kir değildir; bu kirden mana insanın öz benliğinden uzak, kalple bağını kesme durumunda oluşan egoyu beslemeye dayalı vesveseye uymakla başlar. İnsan hayatta kalabilmek ve madde dünyasında kendini var edebilmek adına vesvesenin gerçekleştirdiği hadiselere onay verir. Bu onayı kendi öz iradesi, doğruluğun zannıyla gerçekleştirir.
Yaradılıştaki mükemmeliyeti fark eden ve algıda seyre düşen insan, hayretten hayrete düşer; ilahi düzenin nasıl kusursuz çalıştığı idrakına varır. Kendinde kimin zuhur halinde olduğunu anladığında (Kâf Suresi 16)’da bahsettiği gibi: ‘Biz ona şah damarından daha yakınız.’ Bunun algısında olan kişi tüm huzuru bünyesinde hisseder, el eminlik halinde olur. Yaratıcının her an yanında olduğunun güveniyle tekâmülünde ilerler.
Günümüz insanı yoğun program altındadır; 0-6 yaş kronik programlanma dönemine tabii tutularak ata kodları programı altında örtülür. (Ey örtüsüne bürünen)
Birçok insan kendine ait olmayan duygu düşünce ve ata kodlarla öz irade zannetmenin zannıyla tekâmülünü (kendi var olma amacını) gerçekleştirdiğini düşünür.
Baskılanmış ve görmezden gelinmiş öz benlik, baskılanmış ve bastırılmış olmanın sıkıntısıyla iç dünyasında uyumsuzdur; iç dünyadaki uyumsuzluk dış dünyaya yansır, programlanmış insan hayattan zevk alamamanın esiri olur.
İç dünyasında kaygı ve korku artışındaki devamlılık esastır, tıpkı her an patlamaya hazır yanardağ gibidir. Dış dünyada olağan olan her şey onun için tehdit unsuru taşır, özden değil programın enerjisinden beslenir. Bilinç altındaki devasa kütüphaneden depolanmış metaforlardan verilerin çizdiği rotasından hiç şaşmaz, hayatını bu doğrultuda dizayn etmeye çalışır. Aslında hepsi zaman ve mekân değişse de aynı konu başlığının farklı bir versiyonunda, aynı filmin karakteri değişmiş halidir.
‘O yüzdendir ki bu hep başıma geliyor’ cümlesini çok duyarız. Karakterler, zaman ve mekân değişir, içeriği aynı olan bir senaryonun baş kahramanı oluruz. Bu durumda kişi ben merkezli zannına düşer, kendini değerli hissedebilmek adına madde dünyasında egosunu tatmin edecek maddesel istek talepleri geliştirir; çünkü bünyesini besleyecek enerjiyi bulmak zorundadır. Algıda bazen kalpten bağını kavrasa da zihinde düşüşleri çok olur, bilinçaltı programına göre robotik kalıplaşmaya sadık kalır.
İç dünyada bastırılmış öz benlik dış dünyada açığa çıkar. Dış dünyanın kontrolünü elinde tutmaya çalışan insan, bunun için inanılmaz büyüklükte bir enerjiye ihtiyaç duyar. Öz olmayan, irade dışı kronik kodlanmış programından veri çeker, kronik olmasından kaynaklı oluşan itici gücün etkisiyle de hayatını düzenlemeye çalışır.
Öz iradenin dışından programlanmış insan hayattan zevk alamamanın kuyularına düşmeye meyillidir. Bu oluşumlarda kişi vicdan azabını, kaygıyı bünyesinde biriktirir; kendini dış dünyaya uyum sağlamak, sevilebilmek adına kendinde olmayan yeni roller geliştirir. Bu da kendi özüne ve özgür iradesine ait olmayan yeni yeni maskeleri bünyesine eklemekle olur. İnsan bu yeni maskesiyle bir süre kendini iyi hissetse de içeride baskılanmışlığın verdiği taşkınlığın dış dünyadaki yansıması birebir oluşumunu sürdürür.
Tüm enerjisini madde ve kaygıyla ilmek ilmek dokur, program bakış açısından olaylar silsilesindeki bağlantıyı kurması zorlaşır, gönül gözüne perde iner, kalp ile zihin paralel ilerlemediğinde kalpten uzaklaşma olur. ‘Ben kainata, yere göğe sığmadım, müminin kabine sığdım.’ kalbin asıl sahibine hürmetle…
Haydi örtüsüne bürünen, kalk KIYAM-ET!
Sevgili okurlarım diğer yazılarıma bağlantıya tıklayarak ulaşabilirsiniz, keyifli okumalar dilerim.
GIPHY App Key not set. Please check settings